TARİKATTA VEKÂLET/HİLÂFET MEZÛUNDA KISA İZAHAT
[Günümüzde
bir tarikat ve hilafet enflasyonu yaşanmaktadır. Her köşe başında bir tarikat,
her tarikatta onlarca halife bulmak mümkündür. Tarikatla ve tasavvufla alakası
olmayan nice kurnaz herifler, hatta hatunlar, dinî konularda cahil ama tarikat
ve tasavvufa meraklı kişileri ağlarına düşürmek için çoğu hayalî isimler vererek
“ben şu tarikatın şeyhi falan kesin halifesiyim; gel bizim tarikata gir, benim
müridim ol!” diye saf insanları kandırmaktadırlar. Tarikatta halife/vekil
olmanın şart ve kaidelerini bilmeyen, ehlinden sorup öğrenmeyen bu saf
insanlar, o sahtekârların tatlı sözlerine kanıp istikballerini heba ediyorlar. Tarikatın
en önemli unsurlarından olan hilafetin veya vekâletin ne ve nasıl olduğunu kavramadan
şunun, bunun sözü ile rastgele bir tarikata girenler ALLAH’a götürecek nurlu
yolu ararken şeytanın semtine açılan dehlizlerde seyahat ettiklerinin farkına
bile varamıyorlar.
Biz
bu yazımızla 21. Asrın büyük mutasavvıfı Seyyid Abdulhakim Arvasi (Kaddesellahu
Sirrehu’l-aziz) Hazretlerinin konuyu aydınlatıcı, hak ve hakikat yolunu
gösterici açıklamalarını özet halinde yayınlayacağız. Kendimize ait sözleri ise
parantez (…) içinde ve ismimizin rumuzunu (TZA) kullanarak belirteceğiz.]
Tarikatta
hilafet (vekâlet) üç kısımdır:
Birincisi,
yani derecesi en üstün olanı “hilâfet-i mutlaka (mutlak hilafet) dır. Kâmil
(olgun, tam ve kusursuz) ve mükemmil (tamamlayıcı-olgunlaştırıcı) olan mürşit,
müşahede makamına ulaşan üstün kişileri istihlâf eder (halife kılar). Bu
vasıftaki halife (vekil) tarikatın aslına sadık kalmak şartıyla
vazifelendirildiği yerde istediği gibi tarikatı icra etmekte serbesttir.
İkincisi,
“hilafet-i mukayyede”(şartlı, kısıtlı hilafet)dir. Kamil ve mükemmil mürşit
ilmen, amelen, ittikaen (itikaden), verâen (şeriatın inceliklerine sıkı sıkıya
bağlılık, günah ve şüphelilerden uzak durma hususunda) yeterli şartların
ifasına gücü yeten bir zatı, münasip gördüğü şartlarla sınırlandırarak tahlif
eder. Bu vasıftaki halife (vekil) görevlendirildiği yerde sınırlı şartlar
içinde (mürşidinin talimatına göre) tarikatı icra eder.
Üçüncüsü,
“sefaret-i mahza”(özel, sade elçilik)dır. Bu vasıftaki kimse tarikat işlerinin
tamamında (şeyhinden aldığı) emre uyar. Kendi re’yine (yetkisine) hiçbir şey
bırakılmaz.
(Abdulhakim
Arvasi “Kuddise sirruhu” Hazretlerinin verdiği malumata göre hemen her asırda
mutlak ve mukayyed halife için aranan şartları taşıyan insanların mevcudu
oldukça mahduttur. Bu sınıflardaki halifelik için –hemen her tarikatta–
binlercesi içerisinde o vasıfları taşıyan ancak üç, beş mürid bulunabilir.
Zamanımızda hak tarikatların neredeyse yok denecek kadar azalmasına paralel
olarak mutlak ve mukayyed vasıfları taşıyan müritlerin mevcudiyetinin de adeta
imkânsız hâle geldiği bir hakikattir. Dolayısıyla onların vasıflarını burada
tadad etmek bizce icap etmiyor. TZA)
Sefaret-i
mahzaya gelince; Arvasi Hazretleri (Rahmetullahi Aleyhi) bu konuda şöyle
buyuruyor:
“…
Sefaret-i mahza ki, hilafetin ibtidaî kısmıdır. (Yani zamanımızda
mecazen/hataen buna hilafet deniyor olsa da hilafet değil, hilafet yoluna
girişin başlangıcıdır. TZA) Şurut-u müdeaddide ile meşruttur (sayısız şartlara
bağlıdır). Bu şartlar, şurut-u musahhahadır (sahih, gerçek, olması gereken
şartlardır)".
(Seyyid
Abdulhakim Arvasi (Kaddesellahu Sirrehu’l-aziz) Hazretlerinin, zamanımızda
mutlak ve mukayyed hilafet için gerekli şartları haiz kimselerin yok denecek
kadar az bulunuyor olmasından dolayı bu iki vekâlet hakkında izahat yapmanın
lüzumsuz olması münasebetiyle, vekâletin en aşağı derecesi olan “Sefaret-i
Mahza” hakkında çok teferruatlı olan şartları, ana başlıklar hâlinde vermeyi
uygun gördük-TZA)
İşte o şartlar:
Birincisi; salikin (tasavvuf yolcusunun) halife (sefir
olarak) mezun olduğu (izin verildiği) şehir ve kasaba, karye (köy) ve
mahallesinin dince eşref (en şerefli) nesebe mensup olmasıdır.
İkincisi; bulunduğu memleketin ihtiyâcât-ı diniyyesini
halle (dinî ihtiyaçlarını çözmeye, karşılamaya) kâfi İlim sahibi olmasıdır.
Üçüncüsü; o sefir kable’l-izin ve’l-hilâfe (izin ve
hilafetten önce) bulunduğu memlekette kebire (büyük) bir günahla müttehim
(itham olunmuş) ve müştehir (biliniyor) olmaması ve ithamın şüyu’
(yaygın/yayılmış) bulmamasıdır.
Dördüncüsü; sefir, vücudunda ve diğer a’za-yı
bedeniyesinde (organlarında) kalpleri tenfir edecek (nefret ettirecek) bir
maraz (hastalık) ve illetle ma’lul (illetli) olmamasıdır.
Beşincisi; sefir mensup olduğu tarikatta
mutavassıtu’l-isti’dad (orta derecede kabiliyete sahip) olmasıdır. (Geri zekâlı,
anlayışı kıt olmamalı TZA)
Altıncısı; kâffe-i turuk-u aliyyede (yüce tarikatların
tamamında) irşadın şartı olan fenâfi’l-lâh (ALLAH’ta yok olma) ve
bekâbi’l-lâhın (ALLAH’la var olma) mukaddematı (başlangıcı) olan “vücûd
ba’de’l-‘adem (yokluktan sonra varlık) ve ‘adem ba’de’l-vücûd (varlıktan sonra
yokluk) tabiriyle maruf olan (bilinen) ahvale terakkidir (durumlara
yükselmedir).
Yedincisi; sefire lüzum ve ihtiyaç hâsıl olmasıdır.
KIYMET HÜKMÜMÜZ
Son
devir şeriat ve tarikat ulemasının şahikasından biri olan Seyyid Abdulhakim
Arvasi (Kaddesellahu Sirrehu’l-aziz) Hazretlerinin “tarikatta vekâlet/hilafet”
hakkında beyan buyurduğu esaslara göre kıymet hükmümüzü şöyle
maddeleştirebiliriz:
1-
Mutlak ve mukayyed hilafet öyle birer cevherdir ki zamanımızda ona alıcı bulmak
hemen hemen imkânsızdır. Yani müşterisi olmayan meta gibidir. O yüzdendir ki
Efendi Hazretleri (Kuddise Sirruhu) o iki sınıfın vasıflarını saymayı zaid
görmüştür. Müşterisi olmayan malın reklamını yapmak abes olduğu gibi ehli ve
layığı olmayan hilafetin izahını yapmak da o kadar lüzumsuzdur. Bırakın o
vasıflarda mürid bulmayı, belki mürşid bile bulmak çok zordur.
2-
Sefaret-i Mahza vekâlet/hilafet değil, emirberliktir. Sefir, içinde bulunduğu
şartlar ve imkânlar muvacehesinde dahi olsa, asla ve kat’a kendi başına, kendi
düşünce ve anlayışına, kendi istek ve arzusuna göre hareket edemez. Tamamen
şeyhinden aldığı/alacağı emirlere, tavsiyelere, direktiflere göre davranır.
3-
Hal böyle iken sefir olarak tayin edilen kişide de mutlaka üstün vasıflar,
ehliyet ve liyakat aranır. Nitekim şartları Seyyid Abdulhakim Arvasi
(Kaddesellahu Sirrehu’l-aziz) Hazretleri tarafından yedi madde halinde tasrih
edilmiş ve biz de o maddeleri belirtmiştik.
4-
Bir beldede sefire ihtiyaç olup olmadığı mürşidin takdirine bağlıdır. İhtiyaç
duyuluyor olsa bile kimse “ben bu vazifeyi deruhte ediyorum” diyerek sefirlik
vazifesine soyunamaz.
5-
Sefir tayin edilen kişi ise bu vazifeden sarfı nazar edemez. Mürşidinin emrini
ifa etmekle mükelleftir. (*)
6-
Bir beldede (köy, kasaba, şehir, bölge) birden fazla sefir bulunamaz. (**)
7-
Mutlak ve mukayyed olsun, sefaret-i mahza olsun vekâlet/hilafette mutlaka
mürşidin yazılı izni (icazet) veya şeyhin ilanı şarttır. Yazılı icazete lüzum
görmeyen şeyh, müritlerine ve çevresine kimi halife seçtiğini açıkça söyler ve
bütün müritlerinden de halifesine tabi olmalarını ister. Şeyh tarafından tahlif
edilmediği halde “ben falan kesin vekiliyim, filan şeyhten el aldım, falanca
beni halife kıldı, şu şeyh bana rüyada vekâlet verdi” şeklindeki saçmalıklarla
ortaya çıkıp hilafet/vekâlet iddiasında bulunan kim varsa kelimenin tam
manasıyla sahtekârdır, yalancıdır, şarlatandır. Bile bile o tiplere uymak,
kabul etmek, arkasından gitmek de mürailiktir, zındıklıktır. Şeyh-i Bozorg
(büzürg) Allame Seyyid Fehim Arvasi (Kaddesellahu Sirrehu’l-Aziz) Hazretleri ne
buyurmuştu? “Din sahte fakihler, müraî hocalar ve yalancı şeyhler eliyle
harap olur.” Seyyid Abdulhakim Arvasi (Kuddise Sirruhu’l-aziz)
Hazretleri de bunlara “Kuttau’t-tarik=Yol kesiciler”
adını vermiştir. (***)
İmdi;
bizim de yedi madde halinde arz ettiğimiz bu kıymet hükmümüze binaen bizi şöyle
veya böyle tenkide kalkışanlar olacaksa, yıldızlı (*) maddeler hakkında
yapacağımız izahı onların ve değerli dostlarımızın takdir ve vicdanına havale
ederek sözümüzü bitirmeye çalışıyoruz.
(*):
Bu hususta aşağıda vereceğim misalden ibret almayacakların dinî ve aklî
hassasiyetlerinden şüphe ederim:
Seyyid
Abdulhakim Arvasi (Kaddesellahu Sirrehu’l-aziz) Hazretlerinin sefir-i mahza
olarak layık gördüğü dedem Seyyid Hüseyin (Rahmetullahi Aleyhi) Efendi, bu
vazifeyi bihakkın ifa etmekte tereddüt ettiği için Efendi Hazretlerine
(Kaddesellahu Sirrehu) mektup yazarak “bu ağır yükü taşımakta acziyet
gösterebileceği ihtimalini taşıdığını, dolayısıyla vazifeyi icap ettiği şekilde
ifa edememe korkusunu yaşadığını” belirterek affını talep etmiştir.
Efendi Hazretleri (Kuddise Sirruhu) cevabî mektubunda “bu vazifenin
arzuya veya tercihe terk edilmeyeceğini, bunun bir emir olduğunu ve vazifeyi deruhte
etmekte mecbur ve mükellef bulunduğunu” yazmıştır. Bir, sefaret-i mahza
için dahi vazifeyi hakkıyla yapamayacağı korkusuyla içi titreyen kişiye, bir de
kendini halife, hem de mutlak halife ilan eden kişilere insaf ve vicdan
nazarıyla bakalım ve ibret alalım.
(**):
Bu mevzu hakkında söz Seyyid Abdulhakim Arvasi (Kaddesellahu Sirrehu’l-aziz)
Hazretlerinindir. Buyurun, birlikte okuyalım:
“
(Sefaret-i Mahzaya dair) Zikrettiğimiz bu yedi şartın îcâbını yerine getirmiş
bir zat bir beldede, bir memlekette bulunuyor ise, bu şartları haiz başka
birinin o beldeye, o memlekete ‘Sefirlik’ icazetiyle gönderilmesi caiz olmaz.
Zira ziyadelik, noksanlıktır. Bu mesele pek derin ve pek geniştir. İki, üç
mezunun bir memlekette bulunması, dünyevî riyaset yani baş olmak, başa geçmek
münakaşası gibi bir münakaşayı icap ettirmesi kabil olduğundan, bundan men
buyrulmuştur. Münakaşa, batınî nuru söndürür. Sofiye taifesi, bundan ötürüdür
ki, asla münakaşa etmezler.”
Şu
kelam da bizden: Bir memlekette (beldede) birden çok sefirin bulunması caiz
değil iken, bir memlekette (beldede) birden çok halife nasıl bulunabilir?
Bakıyoruz da Türkiye’nin küçük herhangi bir vilayetinde dahi aynı tarikata
mensup onlarca halifeden söz ediliyor. ALLAH cümlesine akıl-fikir; ama daha
önemlisi ALLAH korkusunu ve şeytan iğvâsından kurtulmayı nasip eylesin.
(***):
Henüz tasavvufun, tarikatın elif-basında iken –merhum Üstad Necip Fazıl’ın
teşbihiyle– “horoz taklidi yapan civciv” misali şeyhliğe, mürşitliğe soyunan
şahsiyetsiz şahısların mevcut olduğu erbabınca malumdur. Bunlardan birçoğu beş
satırlık Arapça bir metni doğru, dürüst tercüme edemeyecek, iki ayet-i kerimeyi
tecvid kurallarına ve mahreçlerine uyarak okuyamayacak kadar cahil; bir kısmı
akidesi sakat, ameli fasit zındık, bazıları ise seyyidlik taslayan nesli bozuk,
ırzı kırık müptezel kişilerdir. Bu tiplerin ifşa ve ihtarı hususunda Facebook
âleminde mükemmel hizmette bulunan Ertuğrul Bayraktar ismindeki kardeşimi
burada tebrik etmeyi üzerime borç telakki ederim. Hiç şüphe olmasın ki onlardan
bir kısmını biz de biliyor, tanıyoruz. Günü geldiğinde onlar için de konuşma,
yazma hakkımızı şimdilik mahfuz tutuyoruz.
Kaynak:
1-Seyyid
Abdulhakim Arvasi Hal Tercümesi (Büyükdoğu Yayınları- Ayrıca bu mevzuda başka
yayım ve dokümanlar)
2-Silsile-i
Aliyye’nin Son Altun Halkası Seyyid Abdulhakim-i Arvasi (Kutupyıldızı
Yayınları)
3-Arvasi
Seyyidleri Hanedanı ve Silsile-i Aliyye’nin Otuz İkincisi Hazreti Şeyh Allame
Seyyid Fehim-i Arvasi “Kuddise Sirruhu” (Kutupyıldızı Yayınları)
4-
Yetmiş yıla yaklaşan ömrümüzde en salahiyetli şahsiyetlerden dinlediğimiz,
aldığımız bilgiler
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder